Geçen hafta Çağdaş Hukukçular Derneği’nin Genel Başkanı ve İstanbul Şube Başkanı dahil olmak üzere birçok üyesi gözaltına alındı. Gözaltların gerekçesi olarak DHKP-C terör örgütünün üyeliği gösterildi. Adliyeye sevkedilen avukatlardan biri hariç dokuzu “silahlı terör örgütüne üye olma” suçundan tutuklandılar.
Tutuklama gerekçesi olarak gösterilen suça bakıldığında, tutuklama normal karşılanabilir. Sorun da burada başlıyor. İsnad edilen suçun niteliğinden dolayı tutuklamanın toplumsal vicdanda meşru karşılanması suçun var olduğunun karinesi değildir.
Tutuklanan avukatlar, ideolojik yapıları itibariyle sol ve sosyalist geleneği temsil eden avukatlardır. Çoğunlukla sol örgüt davalarında avukatlık yapıyorlar. Baktıkları davalar nedeniyle de sık sık polis ve jandarmayla karşı karşıya geliyorlar. Vekilliklerini yaptıkları kişilerin uğradığı kötü muamelelerden dolayı kolluk kuvvetleri hakkında onlarca suç duyurusunda bulunmuşlardır. Avukatların temsil ettikleri müvekkilleri adına verdikleri mücadele, güvenlik bürokrasisi nezdinde sakıncalı kişiler olarak damgalanılmalarına neden görülüyor.
Avukatların DHKP-C örgütü üyelerinin yasal olarak vekilliklerini üstlenmeleri onlarla aynı örgütün mensubu olduklarının delili olamaz. Yapılan suçlamaya bakıldığında, tamamen polisin oluşturmuş olduğu “sakıncalı kişiler” paradigmasıyla şekillendirilmiş bir operasyon olduğu aşikardır.
Güvenlik Bürokrasisinin Hedefi; korkmuş, sinmiş, itiraz etmeyen, hukuk devleti kaygısı taşımayan avukat modelinin oluşturulmasıdır. Bütün bu saldırılara rağmen, direnen, karşı çıkan, kafa tutan, tutuklanmayı göze alan avukatlar muhakkak olacaktır.
Avukatlar Yargının Kurucu Unsurudur
Yargının üç asli unsuru vardır. Bunlar hakim, savcı ve avukattır. Avukatlar yargının asli unsuru olmaları nedeniyle, yasalarla hakim ve savcılar kadar güvenceye alınmışlardır.
Yasanın getirdiği temel güvenceler; avukatla müvekkil arasındaki gerçekleşen iletişimin dinlenemeyeceği, avukatla müvekkil arasındaki yazışmaların incelenemeyeceği, avukatın işyeri ve konutunun aranmasının hakim ve savcıların konutlarının aranması koşullarına bağlı kılınması, avukatın müvekkil adına yapmış olduğu işten dolayı sorumlu tutulamayacağı şeklindedir.
Burada korunan değer, bireylerin hak ve özgürlüklerinin güvence altına alınmasıdır. Yoksa avukatlara imtiyaz tanımak için bu güvenceler getirilmemiştir. Bu güvenceler, hukuk devletinde birey hak ve özgürlüklerini korumak adınadır. Ceza usul yasamızda avukat ile temsil edilmek temel bir hak olarak düzenlenmiştir. Avukat olmadan alınan ifadeler geçersiz sayılacağı belirtilmiştir. Yasal olarak avukat olmadan yargılama yapılamayacağı açıkça düzenlenmiştir. Maalesef uygulamada avukatın varlığına tahammül edilmiyor.
Yargının asli unsuru olan avukat yaptığı işten dolayı suçlanıp tutuklanırsa yargı topal ördeğe döner. Avukatın haklarının korunmadığı bir yargı sisteminde adil kararların çıkması beklenemez.
Savcılık Derhal Açıklama Yapmalı
Avukatların tutuklandığı soruşturmada gizli karar olmasına rağmen, soruşturmayı yürüten başsavcılık kamuoyunda infial yaratan bu olayın hangi gerekçelerle yapıldığının ve avukatların tutuklanmasına neden olarak gösterilen delillerin ne olduğunun hemen açıklamalıdır.
Baktığımızda, tutuklanan avukatların siyasi görüşlerinden dolayı tutuklandığına dair söylentiden başka bir bilgi yoktur. Somut suç delillerinin ortaya konularak kamuoyuyla paylaşılmadığı takdirde yapılan operasyonun avukata ve avukatlık mesleğine yönelik olduğu şeklindeki kanaat kesinleşmiş olacaktır.
Avukatlık mesleğinin güvenlik güçleri tarafından ayak bağı, can sıkıcı, problem çıkaran olarak görülmesi normaldir. Vahim olan avukat gibi yargının asli unsuru olan hakim ve savcı tarafından da avukatın bu şekilde algılanıyor olmasıdır.
Avukatlar icra ettikleri meslek gereği değil de, örgütün birer üyesi gibi örgütsel faaliyetlere katılıp suç işlemiş olabilirler. Kimse suç işlemekten beri değildir. Avukatta her insan gibi suç işleyebilir, kendisine suçlama yöneltilebilir.
Bu operasyonda karşı çıkılan, avukat suç işleyemez neden tutuklandı itirazı değildir. Karşı çıkılan, hatta tehlikeli olarak görülen avukatlık yaptığı kişilerle avukatın özdeşleştirilerek suçlanmasıdır. İtiraz edilen hakkın ve hukukun savunucusu olan avukatın güvencesiz kılınmasıdır. Avukatın mesleğinin ve onurunun ayaklar altına alınmasıdır.
Her koşulda hak arama savunuculuğu yapan avukatların sindirilmeye çalışılması şeklindeki uygulama hukuk devletine vurulmuş bir darbedir. Bu ülkede, her dönem avukatlık mesleğine kamu erki tarafından saldırılar yapılmıştır. Yasal iyileştirmelere rağmen maalesef güvenlik bürokrasisi avukatlık mesleğine saldırmaya devam ediyor. Hala kendisine engel ve ayak bağı olarak görmektedir.
Avukatlık mesleğine yapılan saldırılar avukatların dünya görüşlerine bakılmaksızın dönemsel değişen koşullara göre şekillenmiştir. 28 Şubat Muhtırası döneminde İBDA-C, Hizbullah gibi İslami örgütlerin avukatlığını yapan avukatlar tutuklanıyordu. Daha sonra PKK ve KCK örgütlerinin avukatlığını yapan avukatlar tutuklandı. Bugün de DHKP-C örgütünün avukatları tutuklanıyor. Bakıldığında saldırıya uğrayan hep avukatlardır. Yapılan bu saldırılar, demokratik hukuk devletini istemeyen zihniyetin eseridir.
ÇHD üyesi avukatların görüşlerine hiçbir koşulda katılmıyorum. Ancak yapılan operasyon bu avukatların mesleki faaliyetlerine yönelik olduğu için hukuk devleti adına avukatlık mesleği adına, yapılanın yanlış ve haksız olduğunu belirtmek zorundayım. Yapılanların evrensel hukuk kurallarına uymadığını ve meslektaşlarımın sonuna kadar yanlarında olduğumu açıkça ifade ediyorum
Savcılık, bu meslektaşlarımızı hangi gerekçeyle soruşturmaya dahil ettiğini ve neden tutuklandıkları konusunda hepimizi tatmin edecek bir gerekçe ortaya koymalıdır. Aksi durumda kamu vicdanının yaralanacağı, yargının güvenilirliğinin zedeleneceği, yargıya az da olsa var olan inancın yok olacağı bilinmelidir.