Başbakan Tayyip Erdoğan, Dersim’de yaşanan olayları katliam olarak nitelendirdi. Başbakanın yaşanan Dersim dramını en yetkili ağız olarak ”katliam” diye tanımlaması Cumhuriyet tarihinin en önemli kilometre taşlarından biridir.
Başbakan’ın “Eğer devlet adına özür dilemek gerekiyorsa ben özür diliyorum” sözü artık söylenmiştir. Bu özür, 1937-38 yıllarında Dersimlileri katleden devletin Dersimlilerin hukukunu iade etmesi anlamına gelmektedir. Her ne kadar özür dileme şekli katliamın ağırlığına uygun olarak yapılmamış, Başbakan parti grubundan birisiyle kavga eder gibi özür dilemişse de ilk defa devlet adına vatandaştan özür dilendiği için bu şekilde eksiklikleri olması olağandır.
Dersim’de yaşananlara bakıldığında, devlet politikasının bir sonucu olduğu görülüyor. Sadece 1937-1938 yıllarına bakarak konunun aydınlığa kavuşamayacağı, dönemle ilgili yazılan anılar ve düzenlenen resmi raporlardan açıkça anlaşılıyor. Dersim olayları üzerine söylenmemiş söz, yazılmamış yazı kalmamıştır. Fakat; Dersimin sorumlularının kim olduğu konusu ideolojik gerekçelerle açık bir şekilde ifade edilememiştir. Aslında devletin, Cumhuriyetin kuruluş tarihi olan 1923′ den itibaren dersim olaylarına zemin hazırladığı devletin resmi kayıtlarıyla sabittir.
1925 Şark Islahat Planında ”Vilayet ve kaza merkezlerinde hükumet ve belediye dairelerinde ve diğer kuruluşlarda, okullarda, çarşı ve pazarlarda Türkçeden başka dil kullananlar cezalandırılacaktır.”şeklinde bir ibare bulunmaktadır. 1930 yılında Başbakan İsmet İnönü’nün bir gazeteye vermiş olduğu röportajda: “Bu ülkede sadece Türkler ulusal haklar talep etme hakkına sahiptir.”, dönemin Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak ise: ”Dersim cahildir, zorunlu iskan uygulanmalıdır, silahlı kuvvetlerin müdahalesi Dersimliye daha çok tesir yapar ve iyileştirmenin esasını oluşturur. Türk toplumu içinde Kürtlük eritilmelidir.”şeklinde öneri getirmiştir.. Yine 1932 yılında dönemin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya tarafından hazırlanan raporda ise: ”Kuzey Dersim halkı batıya göç ettirilmelidir, askeri harekat başlamadan önce tüm silahlar toplanmalıdır. Yerli memurlar(Kürtler) casustur, uçakların talim uçuşları Dersim üzerinden yapılmalıdır.” ifadesi yer almaktadır. Bu raporlar ve beyanlardan; Dersimde yapılan katliam için devletin aşama aşama plan yaptığı, katliama zemin hazırladığı, hazırlıklar tamamlanınca da uydurma gerekçelerle Dersim harekatını yaptığı anlaşılıyor.
Dersimde 3 aşamalı bir plan uygulanmış. Bu aşamalar; Hazırlık, Tenkil ve Sürgündür. Hazırlık aşaması 1923 ile 1936 yılları arasında yapılmıştır. Başbakanın açıkladığı resmi kayıtlara göreDersim; 13.000 kişinin öldürüldüğü , bunun üç dört katı insanın yerlerinden yurtlarından kopartılarak sürgün edildiği ve toplamda 50 bin insanın hayatına mal olduğu bir dramdır.
Dersim tartışmasında CHP’nin takındığı savunmacı tavrı anlamak mümkün değil. Düne kadar devlet arşivleri açılsın diyen CHP’nin, bugün ise Başbakanın yapılanlar için özür dilemesini siyasi polemik olarak değerlendirmesi, düşünsel ve ideolojik savrulmasını ortaya koyması açısından iyi bir göstergedir.
Bugün ki CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, 1987 yılında Dersim katliamının yapıldığı dönemde Elazığ Emniyet Müdürü olan İhsan Sabri Çağlayangil ile yaptığı söyleşide Çağlayangil’in “Fare gibi zehirledik, binlerce insan öldürüldü.” şeklindeki ifadesini ağzından kendisi dinlemiştir. Buna rağmen Kılıçdaroğlu’nun, Başbakan’ın açıklamasına karşı yapılanları savunmak için verdiği tepkiyi anlamak mümkün değildir.
Dersim katliamına bizzat katılan Sabiha Gökçen, daha sonraları Hava Kuvvetleri Komutanı olan Muhsin Batur’un vermiş oldukları beyanatlarda Dersim’de devletin yapmış olduğu katliamı, yaşanan vahşeti söylemişler.
Dersim’de yaşananları tam olarak anlamak için devlet arşivlerinde yazılanlara ihtiyaç yoktur. Çünkü; Dersim’de yaşananlar üzerinden çok uzun bir süre geçmedi. Bizzat Dersim katliamını yaşayan insanlar hala hayattalar. Gerek katliama katılanlar gerekse katliamdan kaçıp kurtulanlar yaşananları açık şekilde anlatıyorlar.
Görgüye dayalı anlatımla bilgi sahibi olduğumuz bir meselede devletin ortaya koyacağı hiçbir belge, meseleyi birinci ağızlardan anlatıldığı netlikte ortaya koyamaz. Seyit Rıza’nın idam edilirken söylediği “Evladı kerbalayız, bihatayız, bigünahız” şeklindeki sözlerini idamı gerçekleştiren zevat kendisinden duyduklarını alalatıyorlar. Bunu duymak ve bilmek için devlet arşivlerindeki bilgiye ihtiyaç yoktur..
Seyit Rıza’nın yaşı 60 yaşından büyüktü. O dönem yürürlükte olan Ceza Kanuna göre; bir mahkûmun idam edilebilmesi için yaşının 21 ile 60 yaş arası olması gerekiyordu. Seyit Rıza’nın yaşını idama uygun hale getirmek için; yaşı 57′ye indirilmiş, 17 yaşında olan oğlunun yaşı ise 21 yaşına yükseltilmiştir. Bu hadise yapılan zulmün ne kadar büyük olduğunu gösteriyor. Bu zulmü yapanların vicdanları o kadar katılaşmıştı ki, Seyit Rıza’nın ölmeden önce; “Bana evlat acısı yaşatmayın, önce beni asın, sonra oğlumu asın” talebi bile geri çevrilerek Seyit Rıza’nın gözü önünde oğlu idam edilmiştir.
Bu dramın acısını özür dilemekle dindirmek mümkün değildir. Yinede devlet adına atılmış önemli bir adımdır. Devletin atmış olduğu bu adımı birilerinin sonuca götürmesi gerekiyor. Özür adımından sonra yapılacaklar listesi bir an önce hazırlanarak yerine getirilmesi gerekiyor. Fare gibi zehirlenerek öldürülenlerin ailelerinden özür dilemek tek başına yeterli bir adım değildir. Özürden daha öte somut adımlarda atılarak özrün gereği yerine getirilmesi gerekiyor.
Devlet ile Dersim katliamının mağdurları arasında yıkılmış köprünün yeniden inşası için bunlar şarttır!