12 Eylül 2010 referandumu ile HSYK’ nın yapısı değişti. HSYK’da yapılan değişiklik
kapsamında yeni atamalar yapılarak üye sayısı 21’e çıkarıldı. Yüksek yargının, HSYK ‘daki ağırlığı ve kontrolü sona erdi.
Adalet Bakanlığı tarafından meclise sunulan kanun teklifi ile, Yargıtay ve Danıştay da ki iş yoğunluğunu gidermek için yeni dairelerin kurulması ve bu dairelere atama yapılması yargıyı yeniden gündemin ilk sırasına taşıdı.
Yeni daire kurulması girişimi, hükümet ile yüksek yargıyı karşı karşıya getirdi. Bu kapsamda karşılıklı iddialar ve ithamlar medya üzerinden yapıldı.
Yüksek yargının görüşü; hükümetin yeni daire kurma bahanesi ile, ele geçmeyen ve kontrol edilemeyen son kurum olan Yargıtay ve Danıştay’ın da ele geçirilmesinin hedeflendiği yönündedir. Yüksek yargıya göre çözüm yeni daire kurulması değil istinaf mahkemelerinin faaliyete geçirilmesidir.
Buna karşın hükümet yüksek yargıda biriken dosyaların eritilmesi için daire sayısının arttırılması ve bu dairelere yeni üye atanması gerektiğini dile getiriyor.
Bu çekişme içerisinde yargı da biriken iş meselesine çözüm üretmek mümkün olamaz. Hangi tarafın gerçekten yargının sorunu olarak meseleye baktığını bu aşamada anlamakta imkansızdır. Her iki tarafta ciddi bilgi kirliliği yaratarak toplumun meseleyi anlamasını güçleştiriyor.
Yüksek yargının içinde bulunduğu durumu anlamak için Yargıtay’ın yayınlamış olduğu istatistiki bilgilere bakmak yeterli olacaktır. Yargının biriken dosyaların içerisinde kaybolduğu, bu dosya sayısıyla da adaletin sağlanmasının mümkün olmayacağı aşikardır.
Yargıtay 11’i Ceza Dairesi, 21’i Hukuk Dairesi olmak üzere toplam 32 daire olarak çalışmaktadır. 2010 yılında bu dairelere gelen toplam iş sayısı 644.630 davadır. Bununla beraber 2009 yılında karara bağlanmamış ve 2010 yılına devredilen dosya sayısı ise 453.855’dir. Yargıtay C.Başsavcılığına gelen Dosya sayısı İse 732934 dır.
Yargıtay, 2010 yılında toplam olarak 1.098.485 dosyayı inceleyerek karara bağlaması gerekirken 536.314 adet dosya karara bağlayabilmiştir. Geri kalan dosyaları ise 2011 yılına devretmiştir. Yani 2011 yılında Yargıtay a yeni dosya gelmezse dahi incelemesi gereken dosya sayısı 446771 adettir. Bu sayının içinde Yargıtay B.Savcılığının önünde bekleyen 286.000 dosya ise dahil değildir.
Yargıtay da Daire sayısı 1983 yılından beri aynıyken dosya sayısı her yıl katlanarak artmaktadır. Daire sayısı sabit tutularak, dönem dönem üye sayısı artırılarak kısa vadeli çözümler üretilmiştir.
Yargıtay’ın önündeki dosyaların her yıl nasıl katlanarak arttığını anlamak için, 2000 yılındaki dosya sayısına bakmak gerekir.
2000 yılında yeni gelen dosya sayısı 391.397, 1999 yılından devir edilerek gelen ise 26923 dosya olup toplam 418.318 dosya olmuştur. 10 yıllık süre içerisinde dosya sayısı yaklaşık olarak 2,5 kat artmıştır. Aynı süre içerisinde daire sayısı ve üye sayısında herhangi bir artış olmamıştır. Bu artış oranında daire sayısı ve üye sayısı arttırılsa dahi sorun yine çözülmeyecektir.
Sorunun gerçek çözümü, öncelikle bölge adliye mahkemesi olan İstinaf Mahkemelerinin kurulması ile yüksek yargının gerçek bir içtihat mahkemesi hüviyetinin kavuşturulması ile mümkün olacaktır. İstinaf mahkemeleri kurulmadan Yargıtay’a kurulması düşünülen 6 daire yerine, 16 daire dahi kurulsa dosyaların eritilmesi mümkün olmayacaktır.
Aynı zamanda yerel mahkemelerde karara bağlanan her dava dosyası Yargıtay’a taşındığı müddetçe Yargıtay da iş yükünün azalması ve davaların süresinde sonuca bağlanması hayal olacaktır. Yine herkes adaletin gecikmesinden yakınacak, davalar zamanaşımına uğrayacak ve dosyaların yeterli derecede incelenmediğinden, haksız ve hukuka aykırı kararların verildiğinden bahsedilecektir.
Bu yoğunluk ve kargaşa içerisinde 2010 yılında Yargıtay’ın önünde karara bağlanması gereken dosyalardan 18.580’i zamanaşımı nedeniyle kapanmıştır. Zamanaşımı ile kapanan bu dosyalarda, mağduriyetinin giderilmesi ümidiyle yargıya başvuran tarafların adalet inancı ve güvenlerinin nasıl kırıldığını ve bu durumun telafi edilmesinin mümkün olmayacağını anlatmaya gerek yoktur.
Yargıtay da, insanın üstüne üstüne gelen ve televizyon ekranlarına yansıyan içler acısı dosyaların görüntüsü içerisinde adil bir sonuç çıkmayacağı kanısı maalesef toplumun kafasına kazınmaktadır.
Bu manzara içerisinde bulunan yüksek yargının üzerinden tarafların, çatışarak çözüm adına çözümsüzlükler ürettiğini toplumca iyi gözlemlenmesi gerekmektedir
Dosyaların arasında kaybolmuş adaleti beklemeyin. Çünkü o dosyaların arasından adaletin yolunu bulması mümkün değildir.