Yargıtay 7. Hukuk Dairesi’nin cemevleri ile ilgili kararı yeni bir tartışma başlattı. Tartışmadaki temel parametre, Alevilerin ibadet yerini tayin etme hakkı yargı eliyle denetlenebilir mi, denetlenemez mi? Alevilik İslam içi midir, İslam dışı mıdır? Alevilik bir tarikat mı? Yoksa ayrı bir din mi?
Aleviliğin inanç yönünü anlatmaya çalışmak ve tanımlamak benim ilgi alanıma girmiyor. Yazıda daha çok hukuk devleti, bireylerin hak ve özgürlükleri devlet eliyle ne kadar kontrol altında tutabilir, devlet nasıl müdahale edebilir, hangi kriterler ışığında değerlendirme yapılır konuları üzerinde durdum.
HUKUKİ DURUM
Anayasanın 174. maddesinde İnkılâp Kanunlarının Korunması başlığı altında; “Anayasanın hiçbir hükmü, Türk toplumunu çağdaş uygarlık seviyesi üstüne çıkarma ve Türkiye Cumhuriyeti lâiklik niteliğini koruma amacı güden inkılâp kanunlarına aykırı olarak anlaşılamaz ve yorumlanamaz.” şeklinde düzenleme yapmıştır.
Tekke, Zaviye ve Türbelerin Kapatılması Hakkındaki Kanun 30 Kasım 1925 tarihinde uygulamaya konmuştur. Bu kanun, Anayasanın 174.maddesinde belirtilen inkılâp kanunlarındandır. 677 sayılı kanun ile tekkeler, zaviyeler, türbeler kapatılmış; bununla birlikte şeyhlik, dervişlik, dedelik, seyitlik gibi unvanların kullanılması da yasaklanmıştır.
Bu yasaklanan dergâhların, tekkelerin ve türbelerin hizmetlerinin yapılması da cezaî müeyyideye bağlanmıştır. Bu yasağa aykırı davrananlar, yasanın çıktığı ilk yıllarda daha ağır cezalarla cezalandırılırken, sonraları para cezası ve daha az hapis cezaları ile cezalandırılmaya başlanmıştır.
Tekkeleri kapatan yasa ilk olarak 1950 yılında, daha sonra da 1990 yılında iki kere değişikliğe uğradı. Bu değişiklikler, yasakları kısmen yumuşattıysa da tamamen ortadan kaldırmadı.
Anayasanın 2.maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri sayılmış, bu nitelikler arasında devletin lâik devlet olduğu sert bir şekilde vurgulanmıştır. 24.maddesinde de din ve vicdan hürriyeti başlığı altında lâiklik tanımlanması yapılmıştır.
Yargıtay’ın cemevleri ile ilgili kararında dayandığı yasal düzenlemeler bunlardır. Yargıtay, bu yasal düzenlemeler çerçevesinde kararını vermiştir.
DAVA KONUSU OLAY
Çankaya Cemevi Yaptırma Derneği, tüzüğüne cemevlerinin yapımı ile ilgili madde koymuştur. Dernek tüzüğünün 2.maddesi “Derneğin amacı, Çankaya’da yaşayan alevi inançlı yurttaşların inanç ve ibadetlerini yerine getirme merkezleri olan cemevleri yapmak ve yaptırmaktır.” maddesi ile tüzüğün 4.maddesindeki “Alevi inanç ve ibadet merkezi olan cemevleri yapmak ve yaptırmak” ifadeleri Dernekler Kanunu’na ve diğer yasal düzenlemelere uygun bulunmadığı için Ankara Valiliği Dernekler Müdürlüğü tarafından tüzükten çıkarılması için Çankaya Cemevi Yaptırma Derneği’nden talepte bulunulmuştur.
Dernek, tüzüğünde yer alan bu iki maddeyi tüzük tadilatı yaparak değiştirmeyince Valilik de derneğin kapatılması için Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na bildirimde bulunmuştur.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, derneğin feshi için Ankara 16. Asliye Hukuk Mahkemesine, Medeni Kanunun 60/2 maddesi uyarınca dava açmıştır. Ankara 16. Asliye Hukuk Mahkemesi İnsan Hakları Sözleşmesi, Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi gibi uluslararası temel hak ve özgürlükleri düzenleyen sözleşmelere atıfta bulunarak tüzükteki maddelerin inanç özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini belirterek davayı reddetmiştir.
Ret kararı savcılık tarafından temyiz edilmiş ve ret kararı Yargıtay 7. Hukuk Dairesinde yapılan temyiz incelemesinde bozulmuştur.
YARGITAY KARARI
Yargıtay 7. Hukuk Dairesi incelemesini 10.05.2012 tarihinde yapmış, Ankara 16. Asliye Hukuk Mahkemesi kararını incelemiş ve mahkemenin kararını “677 sayılı yasayla getirilen sınırlandırmaların anayasal güvence ile sürdürüldüğünün anlaşıldığı, bu nedenle 633 sayılı yasa ve düzenlemeler karşısında cami ve mescit dışında bir yerin ibadethane olarak kabul edilmesinin mümkün olmadığı” gerekçesiyle bozmuştur.
Yargıtay’a göre devrim kanunları hâlâ yürürlüktedir; devrim kanunları ve anayasadaki lâik hukuk devleti düzenlemelerinden dolayı cemevleri, ibadethane olarak kabul edilmez.
İşin ilginç tarafı, verilen bu kararın, hukuk devleti ilkelerine atıfta bulunularak verilmiş olmasıdır. Oysaki hukuk devleti, kişilerin temel hak ve özgürlüklerinin korunması için ve bu hak ve özgürlüklerin rahatça yaşanması için düzenlemeler yapar. İnanç özgürlüğü de, kişiye bağlı temel hak ve özgürlüklerdendir. Devletin görevi bu inanç özgürlüğünün rahat bir şekilde yaşanmasını sağlamaktır.
Devletin, kişinin inancını nasıl yaşayacağını, inancına ait ritüellerin neler olduğunu tespit etmek, kurala bağlamak gibi bir görevi yoktur. Batıdaki modernleşme süreci, Cumhuriyet’in kuruluş sürecinde kopyalandığı için inançların ilahi otoritesi kabul edilmemiş, inançlar yasal denetim altına alınması gereken ideolojiler olarak kabul edilmiştir.
YARGI BİREYDEN DEĞİL, DEVLETTEN YANA
Yargıtay bu kararıyla, hak ve özgürlükler söz konusu olduğunda yargımızın bireyden yana değil, devletin reflekslerini dikkate alarak tavır aldığını ortaya koymaktadır. Devlet ise; inanç ekseninde dile getirilen talepleri, hep tehlikeli istekler olarak algılamıştır.
Daha önce Sünni Müslümanlarla ilgili olarak da türban kararında Danıştay buna benzer bir hukuk ayıbına imza atmıştı. 2008 yılında üniversitelerdeki türban sorununun çözülmesi için anayasa değişikliği yapıldı. Bu değişiklik, Anayasanın 42. maddesine eklenen “Kanunda açıkça yazılı olmayan herhangi bir sebeple kimse yükseköğrenim hakkını kullanmaktan mahrum edilemez. Bu hakkın kullanımının sınırları kanunla belirlenir.” fıkrayla düzenlendi. Anayasa Mahkemesi, bu değişikliği 2008 yılında lâiklik ilkesine ve devrim kanunlarına aykırı olduğu gerekçesiyle iptal etti.
GEREKÇE REJİMİ KORUMA
Anayasa Mahkemesi iptal kararı da, yine rejimi koruma adına alınmış bir karardı. Rejim, inançlarını yaşamak isteyen vatandaştan korunmak isteniyor. Rejimin ideolojik kodlarında inancını yaşamak isteyen vatandaş, tehlikeli ve rejime düşman şeklinde tanımlanmıştır.
Bugün türbanın serbest bırakılması konusunda tepki vermeyen ve bir yönüyle de lâikliğin korunması adına savunuculuğunu yapan aleviler için Yargıtay’ın bu kararı, ders olmuştur. Ama kabul edilmemesi gereken, her Sünni Müslüman’ın özgürlükler adına eleştirmesi, karşı çıkması gereken bir karardı. Özgürlükler evrenseldir. Döneme ve kişilere göre değişiklik arz etmezler.
Yargıtay’ın, cem evlerini yasaklayan kararı yasalara uygun olabilir; ama asla evrensel hukuk ilkelerine, vicdan özgürlüğüne, inanç özgürlüğüne uygun düşen bir karar olamaz. Hiçbir yargı merciinin Alevilerin ya da başka bir inanç gurubunun ibadet yerini tayin ve tespit etme hakkı yoktur. Her inanç gurubu kendi ibadetini nasıl ve nerede yapacağını tayin ve takdir etme özgürlüğüne sahiptir. Devletin görevi bu özgürlüğü sağlamak, yargının iş ise özgürlüğün güvencesi olmaktır.