Ergenekon soruşturmasını yürüten savcıların talimatıyla gazeteci Ahmet Şık’ın basılmamış kitabının taslaklarının toplatılması işlemi, hukuki olarak nasıl izah edilebilir?
Ergenekon soruşturması kapsamında gazeteci Nedim Şener’le birlikte tutuklanan Ahmet Şık’ın, basılmak üzere olan taslak niteliğindeki kitabının suretlerinin bulunabileceği yerlerden ve kişilerden alınması için Geçen hafta polis tarafından bazı yerlerde aramalar yapılmıştır. Aramaların yapılması üzerine taslak halindeki bir kitaba hangi karara dayanılarak el konulmaya çalışıldığı, yapılan uygulamanın yasal dayanağının ne olduğu tartışılmaya başlandı. Yapılan tartışmalar her zamanki gibi keskin çizgilerle birbirinden ayrılan iki kutuplu bir ortamda yapılmaktadır.
El koyma işleminin, soruşturmayı yürüten savcı tarafından İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nden talep edildiği ve mahkemenin de Ceza Muhakemesi Kanunu uyarınca vermiş olduğu karara istinaden yapıldığı belirtilmektedir.
Tartışma konusu; basılmamış, kitap haline gelmemiş, taslak halinde olan ve bu taslak üzerinde basıma girinceye kadar birkaç defa değişikliğe uğrama ihtimali olan bir belgeye hukuken el konulmasının mümkün olup olmadığıdır. El koyma kararı, bilgisayar kayıtlarının silinmesini de kapsamaktadır.
Bir kesim tarafından mahkemece verilen el koyma kararı; düşüncenin, fikir özgürlüğünün cezalandırıldığı, düşünce özgürlüğünün yok edildiği, askeri rejimlerde dahi görülmeyen bir uygulama olarak değerlendirilmektedir. Diğer taraf ise yapılan işlemin, terör örgütü dokümanlarına el koyma niteliğinde olduğunu, belgelerin terör örgütü propagandasını içerdiğini, bu belgelerin kitap taslağı olarak algılanamayacağını, terör örgütü propagandası niteliğindeki belgeler olarak değerlendirileceğinden el koyma kararının düşünce özgürlüğüne aykırı olmadığını savunmaktadır.
Ayrıca yapılan uygulamaya karşı çıkanların ileri sürdüğü başka bir argüman ise; bu operasyonun, polis içerisindeki Gülen cemaatine mensup bir grubun tertiplediği bir oyunun uygulaması olduğudur. Bu argüman insafsızca yapılan bir değerlendirmenin ve ön yargılı bakışın dışa yansımasıdır. Soruşturmayı polis manipüle ediyor, Gülen cemaatine muhalif kişileri soruşturmanın içine dahil ediyor. Gülen cemaati aleyhine düşünen herkesi yok etmeye çalıştığı, onlara dokunanın yandığı şeklindeki önyargı tamamen meselenin yanlış görünmesi ve yanlış algılanmasına neden olmaktadır.
Bu şekilde yapılan değerlendirme olayı bütün olarak görmeyi engelliyor. Bu bakış Gülen cemaatini karalamaya yönelik kampanyanın yansımasıdır. Soruşturma da yapılan hukuka aykırı uygulamaları Gülen cemaatine ve polise mal ederek meseleyi çözmüş olamayız. Yapılan uygulamaya yasal düzenlemeler çerçevesinde bakmak gerekir.
Ceza Muhakemesi Kanunu uyarınca (C.M.K 160) soruşturmayı Cumhuriyet Savcısı yapar. Polisin soruşturmadaki konumu ise Cumhuriyet Savcısı tarafından verilen talimatları yerine getirmek ve savcının emri ile işlem yapmaktır. Soruşturmada yapılan her türlü usulsüzlük ve hukuka aykırı uygulama tamamen Cumhuriyet Savcısının sorumluluğundadır.
Yapılan uygulamaların sorumluluğu yargıdadır. Yargının uygulayıcısı olan savcılar ve hâkimler, vermiş oldukları kararlarla kabulü mümkün olmayan sonuçlar ortaya çıkarmaktadırlar.
Bu noktada, Ahmet Şık’ın kitap taslağına el konulması ve hatta taslağın bulunabileceği bilgisayarlardan silinmesi kararını talep eden Cumhuriyet Savcısının ve kararı veren yargıcın hukuka nasıl baktığı ve mevcut yasal düzenlemeleri nasıl yanlış uyguladığının tartışılması gerekir.
Verilen karar ve yapılan uygulama, Anayasamızda ve CMK’ da düzenlenen yazılı belgelere nasıl el konulacağına ilişkin emredici hükümlere tamamen aykırılık teşkil etmektedir. Bu uygulama Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ifade hürriyetini düzenleyen 10. Maddedeki ifade özgürlüğüne de aykırı bir uygulamadır.
Bu kararla, Türkiye’de demokratikleşme sürecinde edinilen kazanımların büyük bir darbe almasına, toplumda var olan vesayetçi zihniyetle mücadele edildiğine ilişkin inancın sarsılmasına, Ergenekoncu zihniyetin argümanlarını daha rahat ortaya koymasına ve bilgi kirliliği yaratmasına zemin hazırlanmıştır.
Ergenekon soruşturması Türkiye’nin geçmişi ile hesaplaşması için büyük bir fırsattır. Bu hesaplaşma yapılırken, karanlık bir dönem aydınlatılmaya çalışılırken, bu işi yapan hâkim ve savcıların çok daha hassas davranmaları gerekirken bu kadar bariz bir hata yapmaları; bu davanın haklı olduğunu savunan liberalleri ve demokratları vesayetçi anlayış karşısında zor durumda bırakmıştır.
Açık bir şekilde bilinmesi gerekir ki; yasalarımızda bu nitelikte bir el koyma kararını düzenleyen hiçbir madde yoktur. Ne 5187 sayılı Basın Kanunu’nda, ne de Ceza Muhakemesi Kanunu’nda bu nitelikte bir el koyma kararının alınabileceği düzenlenmemiştir.
Bu karar düşüncenin cezalandırılması niteliğinde ağır sonuçları olan, hukukta yeri bulunmayan, uluslar arası ve ulusal düzenlemelere aykırı hukuksuz bir karardır.
Kararın bir mahkeme tarafından verilmiş olması, onun kanuna ve hukuka uygun olduğunu ortaya koyması açısından yeterli değildir. Savcılar ve mahkemeler de hukuka aykırı kararlar alabiliyorlar. Kararın savcının talebi ile mahkeme tarafından verilmiş olması, o kararın hukuka uygun olduğunun her zaman göstergesi olamaz.
Hukukun üstünlüğüne inanan herkesin hukuka aykırı yapılan bir uygulama olduğunda karşı çıkması ve uygulamanın yanlışlığını ortaya koyması gerekir. Düşüncenin yasaklanmadığı, herkesin düşündüğünü ifade edebildiği bir gelecek için yapılan son uygulamalara karşı çıkmak gerekir.