20. yüzyılın en önemli kazanımlarından biri, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’dir. 24 Ekim 1945′te kurulan Birleşmiş Milletler Örgütü, dünya barışının ve güvenliğinin sağlanması için, öncelikle insan hak ve özgürlüklerinin korunması gerektiğini kabul etmiştir.
Birleşmiş Milletler Örgütü, 10 Aralık 1948 tarihinde 30 maddeden oluşan ” İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi”ni kabul ve ilan etti. 10 Aralık 1948′de İnsan Hakları Evrensel Bildirisi kabul edildikten sonra, 10 Aralık tarihi ile başlayan hafta, İnsan Hakları Haftası olarak kutlanmaktadır.
İnsan hakları, tarih boyunca mücadele edilen en önemli alandır. İnsanların; kullara kulluk etmemek, köle hayatı yaşamamak, işkencelere ve insanı insan yapan, özüne aykırı muamelelere maruz kalmamak için yapmış oldukları mücadeleler sonrasında almış oldukları haklar, 1215 yılına kadar hep sözde kalmıştır.
Bu mücadele sonucunda elde edilen haklar ilk olarak, 1215 yılındaki Magna Carta Özgürlükler Belgesi ile metne bağlanmıştır. İnsan hakları konusunda bu belgeyle sözden öteye geçilmiş oldu. Bununla birlikte, insan hakları belgeye bağlanmış ve insanların kısıtlanamayacağı bazı temel hakları güvence altına alınmış oldu. Bu ilk metinden sonra 1766 tarihinde Amerika’da Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 yılında Fransız İnsan Hakları Bildirgesi yayınlanmıştır.
Bütün bu çalışmalar, insan haklarının tam ve hiçbir ayrım yapılmaksızın korunmasının sağlanması içindir. Sözde var olan haklar, tam olarak uygulanması için metne bağlanmış ve bu metinler, kişiye bağlı ve kişiyi hakkın öznesi haline getiren metinlerdir.
Bu yazılı süreç, 1948 bildirgesi ile Birleşmiş Milletler Örgütü’nün güvencesine kavuşturulmuştur.
48 İnsan Hakları Bildirisi kabul edildikten sonra insan haklarını geliştirme, koruma ve uygulama konusunda yeni anlaşmalar yapılmış ve yeni bildiriler yayınlanmıştır. Bunlardan belli başlıları; 20 Aralık 1952 tarihli Birleşmiş Milletler Kadınların Siyasi Haklarına İlişkin Sözleşmesi, 20 Kasım 1959 tarihli Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Bildirgesi, 18 Ekim 1961 tarihli Avrupa Sosyal Haklar Sözleşmesi, 16 Haziran 1981 tarihli Afrika İnsan ve Hakları Şartı, 29 Kasım 1985 Birleşmiş milletler Yargı Bağımsızlığına Dair Prensipler…
Türkiye, insan haklarına ilişkin bütün bu sözleşmeleri imzalayarak kabul etmiştir. Bugün 62. Yılını kutladığımız İnsan Hakları Haftası’nda Türkiye’nin insan hakları karnesine bakıldığında; bu karnenin çok kötü olduğu, Türkiye’de parti kapatma gölgesinin devam ettiği, hak ve özgürlüklerin kısıtlandığı, polisin sert uygulamalarını sürdürdüğü, yargısız infazların devam ettiği, davalarda hukuki sıkıntıların hat safhada olduğu görülmektedir.
İnsan Hakları Bildirgesinde belirlenen haklar; siyasi, ekonomik ve sosyal gruplar halinde sayılmıştır. Bu haklardan siyasi hakların Türkiye’de olabildiğince kısıtlandığı, bireylerin fikirlerini özgürce ifade edemediği, fikirlerinden dolayı cezalandırıldığı, hatta işkenceye maruz kaldığı ve yapılan tüm bu yasaklamaların devletin güvenliği için yapıldığı anlayışı ile izah edilmesi bir paradokstur.
İktidarın insan hakları haftası dolayısıyla yeniden ciddi bir değerlendirme yapmalıdır. Türkiye, insan hakları konusunda dünyada gelişen duruma neden uyum sağlayamadı? Neden hala öğrenciler, Emekçiler, Sivil toplum örgütleri rejim için tehlike olarak algılanıyor?
İktidar, demokratik toplumlarda birey hak ve özgürlüklerine ilişkin taleplerin nasıl cevap bulduğunu dikkatte almalıdır. Uluslararası kuruluşların ve yargı organlarının uygulamalarını iyi okumalıdır.
Günümüzde ” Hukuk Devleti” ve “Demokratik Toplum” anlayışı benimsenip, hayata geçirilmeden demokratik bir hukuk devleti olmanın mümkün olmayacağı açıkça ortadadır.
Uluslar arası sözleşmelerde belirtilen insan hakları kriterlerinin uygulandığı, bu kriterler ışığında kişiyi kendi özüyle yaşatan kuralların benimsendiği, insanın insan haysiyetiyle sahip olduğu bütün hakların ırk, din, renk, cinsiyet, yaş, düşünce ayrımı yapmaksızın uygulandığı bir ülke olduğumuzda, insan hakları haftası bizim için daha bir anlamlı olacaktır.