Mardin 1. Ağır Ceza Mahkemesinde 2002 yılında başlayan ve kamuoyunda N.Ç davası olarak bilinen tecavüz davası, hiçbir vicdanın kabul etmeyeceği şekilde sonuçlandı.
Mardin’in bir ilçesinde 2002-2003 yıllarında ilçede görevli sivil, asker ve memurlarında aralarında bulunduğu 26 kişinin 13 yaşındaki N.Ç’ ye tecavüz ettiği ortaya çıkmıştı. Tecavüzle suçlanan sanıklar hakkında açılan davada mahkeme yargılama sonunda sanıklara alt sınırdan ceza vermiştir. Hürriyetinden yoksun bırakma suçunda ise mağdurun kendi rızası ile sanıkların yanına gitmiş olmasını gerekçe göstererek ceza vermemiştir.
Yerel mahkeme kararı, sanık avukatı tarafından temyiz edilerek Yargıtay’a gönderilmişti.Dosyayı Yargıtay’a gönderme gerekçesi; sanıklar hakkında ceza kanuna göre alt sınırdan ceza verilmiş olması ve hürriyeti yoksun kılma suçundan sanıklar hakkında beraat kararı verilmiş olmasıdır.
Yargıtay tarafından dosya incelemeye alındığında ise; bu kez zamanaşımı gerekçesiyle bazı sanıklar hakkında verilen cezalar düştü. Diğer sanıklara verilen ve az bulunan cezalar ise; Yargıtay tarafından yeterli bulunup onandı, böylece sanıkların fazla ceza alması yönü kapanmış oldu.
Verilen karar hiçbir vicdanın kabul etmeyeceği nitelikte, utanç verici bir karardır. Karar hakkında yapılan eleştiriler üzerine Yargıtay tarafından “eski yasa ve yeni yasa karşılaştırılması nedeni ile ve yasal olarak lehe olan kanun hükümlerinin uygulanması gerektiğinden dolayı verilen bir karar olduğu” savunması yapılsa da, bu savunma tamamen gelen tepkileri azaltmaya yöneliktir.
N.Ç.’ye tecavüz edenlerin yargılandığı 2002-2003 yılında yürürlükte bulunan 765 sayılı Ceza Kanunu’nun 414.maddesi: “Her kim 15 yaşını bitirmeyen bir küçüğün ırzına geçerse beş seneden aşağı olmamak üzere … failin kullandığı hileli vasıtalarla fiile mukavemet edemeyecek bir halde bulunan bir küçüğe karşı işlenmiş olursa ağır hapis cezası on seneden aşağı olamaz” şeklindedir. Bu düzenlemeye göre sanıklara verilen ceza, mahkeme tarafından alt sınırdan uygulanmıştır. Sanıklara 5 yıl yerine, 10 yıl hapis cezası verilebilirdi.
Mahkeme; cezayı alt sınırdan verme gerekçesi olarak da Adli Tıp Kurumu’nun N.Ç ile ilgili raporuna atıf yaparak; “Mağdurenin olayın ahlaki kötülüğünün farkında olduğu ve olaya ruhsal yönden karşı koymaya muktedir olduğu” tespitini dayanak göstermiştir.
Mahkemeye göre N.Ç, kendi rızasıyla 26 sanıkla birlikte oldu ve bunun karşılığında para kazandığından dolayı bu durumun sanıklar lehine kullanılması sonucu ortaya çıkıyor.
Ancak medeni kanunumuza göre reşit olma yaşı 18′dir. 18 yaşından küçüklerin fiil ehliyeti bulunmamaktadır. Yani; 18 yaşına kadar bireyin algılama yeteneğinin ve sağlıklı karar verme yetisinin tamamlanmadığı, lehine ve aleyhine olan durumları sağlıklı bir şekilde algılayamadığı anlamına gelir. Ceza Kanunu’nda ise; 18 yaş altı, çocuk kabul edilerek, eylemlerinden ve işlemlerinden dolayı çocuğun sorumluluğuna gidilmesi kısıtlanmıştır.
Yasaların bu kadar açık bir şekilde koruma altına aldığı küçük çocukların, uygulamada yasanın yanlış yorumlanması ile korunamadığı görülmektedir.
N.Ç davasında Adli Tıp Kurumu’nun raporu; bu olayların mağdure üzerinde ruhsal yönden çöküntüye yol açmadığı şeklindedir. Adli Tıp Kurumu’nun raporu; bu tür olaylara nasıl bir bakış açısıyla bakıldığını açıkça gösteren vahim bir tablodur. Çocuk olmasa dahi 18 yaşından büyük birinin babası veya dedesi yaşında onlarca insan tarafından tecavüze uğraması, kişiyi ruhsal bunalıma sokacağını anlamak için uzman olmaya gerek yoktur.
N.Ç kararı, Türk yargısının kadınlara yönelik cinsel saldırı suçundaki bıyıklı bakışın somutlaşmış halidir. Hala tecavüz suçlarında kadınların davranışı, giyimi tahrik nedeni olarak uygulanıyor, kadının tecavüz edenle evlenmesi hali cezada indirim nedeni olarak kabul ediliyor.
Anayasamızda yargı yetkisinin Türk milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılacağı açık bir şekilde düzenlemiştir. Bu düzenlemeden dolayı gerekçeli kararlarının üzerine “Türk Milleti Adına Karar” şeklinde yazılır. Bu durumda N.Ç davasında 26 sanık hakkında verilen karar da, maalesef Türk Milleti adına verilmiştir. Millet adına karar verilirken mahşeri vicdan ve adalet duygusu azda olsa dikkate alınsaydı; sanıklara verilecek olan ceza, yasada belirtilen cezanın üst sınırından verilirdi. Demek ki mahkeme; Türk Milleti adına değil, kendi anlayış ve kavrayışına göre karar vermiştir.
Mağdurenin ismini tam olarak yazmak çocuk olması nedeniyle yasak. Bu nedenle ancak baş harflerini (N.Ç.) olarak yazılıyor. İsmi yasalarla koruma altına alınmıştır. Bedeninin daha fazla korunması gerektiği de yasalarda düzenlenmiştir. Yargı isminin korunmasına gösterdiği özeni bedeninin korunmasına maalesef göstermemiştir.
69 yıldır N.Ç. kararları veriliyordu. Bu dava basına yansıdığı için tartışılıyor. Kamuoyunda oluşan infialden sonra yetkililer tarafından yapılan açıklamaların hiçbiri N.Ç.’nin sahipsiz bırakılmasını mazur gösteremez. Günah çıkarmak için açıklamalar yapan Kadın ve Aile Bakanı’na sormak lazım. N.Ç. dava sürecinde 18 yaşını doldurduğu için neden Sosyal Hizmetler Genel Müdürlüğü tarafından tayin edilen avukatı geri çekti? Bu sorunun cevabı verildiğinde o zaman bir daha N.Ç. benzeri davalarda utanç verici kararların çıkmayacağı düşünülebilir.